Kayıhan Pala ve Osman Elbek, hükümetin ‘normalleşme’ dediği süreci mercek altına aldı.
(3 Haziran 2021 tarihinde Açık Radyo’da Salgınlar Çağı programında yayınlanmıştır.)
Ömer Madra: Merhabalar, hoş geldiniz!
Osman Elbek: Merhaba, günaydın!
Özdeş Özbay: Merhabalar!
Kayıhan Pala: Günaydın!
ÖM: Herhalde uzun bir süreden sonra kapanma dendi, ondan sonra da açılma ne anlama geliyor? Birazcık bunu konuşmak istiyoruz sizinle.
OE: Evet Ömer Bey, biz de benzer bir şekilde bakıyoruz. İsterseniz bu yeniden açılma veya siyasi iktidarın deyimiyle “normalleşme” sürecine gelirken Türkiye ne noktada onu önce tarifleyelim, ki ona göre açılma doğru mudur, atılan adımlar doğru mudur, yerinde midir diye konuşabilelim. Biliyorsunuz DSÖ en son durum raporunu 1 Haziran’da yayınladı. Rapora göre dünya genelinde hem vaka hem vefat sayılarında azalma var. Bu bizi umutlandırıyor. Ülke sıralamasında birinci Hindistan, ikinci Brezilya, üçüncü Arjantin olarak geçtik geçen haftayı. Türkiye de ise hem vaka hem vefat sayılarında %20’yi aşan bir azalma var. Bu da bize mutluluk veriyor ama geçen haftayı bu azalmalara rağmen Türkiye günlük 8190 vaka, günlük 171 vefatla geçti. Vaka sayısında Rusya ve Fransa’dan sonra Avrupa üçüncüsü, vefat sayısında da Rusya’dan sonra ne yazık ki ikinci sırada. Biliyorsunuz bu günlerde Birleşik Krallık, Hindistan varyantının artması nedeniyle panikte. Hani bu paniği yaşayan İngiltere geçen haftayı günlük yaklaşık 3 bin vaka ile, yani yaklaşık bizim 1/3’ümüz oranında az vakayla geçti, vefatta ise haftalık ortalaması sadece günlük 8 idi. An geldi Birleşik Krallık’ta hiç ölümün olmadığı gün yaşandı.
ÖM: Evet salıydı değil mi?
OE: Evet. Bu yüzden Türkiye’de hâlâ vaka ve vefat sayılarının yüksek olduğunu görmek lazım. 22-28 Mayıs tarihi itibariyle 100 binde 68 vaka var Türkiye ortalaması. Ancak Türkiye büyük bir ülke, örneğin Gümüşhane’de 100 binde 162 iken, Hatay’da 100 binde 13. İki il arasında 12 katı aşan bir vaka farklılığı var. Bu da yeniden açılmada bölgesel planların ne kadar önemli olduğuna dair işaret veriyor. Son bir iki veri de aşı konusundan vereyim: 29 milyon kişiyi aşan bir aşılama düzeyine ulaştık. Bu oran itibariyle %15. Yani her 100 kişiden 15’i aşıyla bağışık hale geldi. Günlük aşılama oranımız ise çok düşük. Mayıs ayı son 4 ayın en az aşı yaptığımız ay oldu; ortalama günlük 200 bin doz civarında aşı yaptık bu ayda. Biliyorsunuz en yüksek aşı hızına 18 Şubat’ta ulaşmıştık, 400 bini aşan bir aşılamaya ulaşmıştık ki bir daha onu tekrarlayamadık. Sevgili Kayıhan rakamlar böyleyken Türkiye’nin sence atması gereken adım ne olabilirdi ilkesel olarak ve attığı adım ne oldu?
KP: Osman, senin söylediklerine iki tane noktayı daha ekleyip ondan sonra buna değineyim. Birincisi bu zamana bağlı üreme hızı 13 Mayıs’tan itibaren 0.60’lara kadar düşmüştü bildiğin gibi. İşte bu hızda şimdilerde bir artış eğilimi var; 0.90’lada doğru tırmandı ve halen 0.70’lerde seyrediyor ki bu bizim açımızdan alarm verici bir durum. Bir de az önce söyledin Türkiye’nin illeri arasında haftalık yeni olgu görülme sıklığı açısından çok büyük bir fark var. Ve son haftada bir önceki haftaya göre 10 ilde de artış var. Dolayısıyla henüz her ilde biz bir azalma eğilimiyle karşı karşıya değiliz.
OE: Bilecek örneğin ikinci sıraya ulaştı artışla birlikte değil mi?
KP: Evet, Gümüşhane’nin hemen arkasından ikinci sıraya geldi, çok haklısın. Dolayısıyla bunları gözeten bir yaklaşımla sürece bakmak gerekirdi. Peki ne oldu? Önce sayın Cumhurbaşkanı açıklama yaptı sonrasında da bir içişleri bakanlığı genelgesiyle karşılaştık. Genelge uzun bir genelge, ayrıntılarına belki giremeyebiliriz ama ana hatlarıyla baktığımızda alınan kararların bir bölümünün bilimsel bilgiye dayalı olmadığını bir kez daha görmüş oluyoruz. Örneğin sokağa çıkma yasağı. Anımsarsanız Ömer Bey bu programda daha önce de dile getirmiştik.
ÖM: Evet.
KP: Yani pandemi sürecinde, salgınla mücadele, pandemiye yanıt sürecinde sokağa çıkma yasağı diye bir kavram söz konusu değildi. Aksine sokaklar, açık hava bu hastalıkla ilgili daha güvenli yerler, sıkıntılı olan yerler kapalı ortamlar. Dolayısıyla bir kez daha hem hafta içi ve cumartesi günleri saat 22.00’den 05.00’e kadar hem de pazar günleri sokağa çıkma yasağı bilimsel bilgiye dayalı bir yaklaşım değil. İkincisi Osman yine seninle de daha önce tartıştığımız şehirlerarası seyahat kısıtlamasının getirilmemiş olması. Yani bu kadar 100 binde 100’ün üstünde 11 il karşımızda duruyorken ve artık birçok kez söyledik, dinleyicilerimiz de biliyorlardır, 100 binde 100 bütün dünyada çok üst düzey alarm verici bir sınır olarak ele alınıyor. Biz ise henüz sanki böyle bir durum yokmuş gibi davranmayı tercih ediyoruz. Böylece virüsün ve belki de daha önemlisi endişe verici varyantların iller arasında, ilçeler arasında dolaşmasına izin veren bir tutum alıyoruz gibi görünüyor ki bu da bizim mücadelemizi biraz zorlaştıracak gibi görünüyor. Bir başka önemli mesele, birkaç gündür çok tartışılıyor, haklı olarak sanatçılar, müzisyenler tepkilerini dile getiriyorlar. Bakın kahvehane, kıraathane gibi yerleri açan bir tarz izlenmiş, bunlarda sağlık bakanlığının rehberindeki kurallara uymak koşuluyla yani kapalı ortamlarda 2 metre mesafe bırakmak ve işte sayı sınırlamakla ilgili düzenlemeler. Bunun ne kadar doğru olup olmadığını ayrıca tartışabiliriz ama bunları açarken gazino, taverna, birahane gibi işyerlerinin kapatılması ne sağlık yönetimiyle ne salgın yönetimiyle ilgili bir tutum değil. Çünkü birahaneyi kıraathaneden salgın yönetimi açısından, kapalı mekân açısından ayıran herhangi bir farklılık söz konusu değil. Bunun da anlaşılması çok kolay görünmüyor. Bir önemli nokta, kamuda esnek mesaiye yine devam kararı alınmış evet ama yine 14 aydır karşımıza çıkmadığı gibi özel sektörle ilgili herhangi bir düzenleme yok. Yani fabrikalarda, işyerlerinde aralarında 30 santim bile fiziksel mesafe bırakmayacak kadar çalışma bir yandan devam ediyor ama diğer yandan kamuyla ilgili esnek mesai uygulaması karşımıza çıkmış oluyor. Burada bütün işyerlerini kapsayacak bir düzenlemenin karşımıza çıkması çok iyi olurdu. Bir başka önemli şey, nikahlara izin verilmiş durumda ve 100 davetiye kadar. Bu da tartışılacak bir şey Osman, ben Bilim Kurulu’nun bu 100 davetli konusunu nasıl bulduğunu açıkçası merak ediyorum çünkü benim izleyebildiğim kadarıyla dünyadaki bu tip etkinliklerde en yüksek sayıda davetliye izin veren bir yaklaşım. Benim İngiltere, az önce sen rakamları verdin, bizden çok daha iyi durumda, aşılama oranı çok daha yüksek, ancak 30 kişiye izin veriyor ve biliyorsunuz Başbakan Boris Johnson üçüncü evliliğini yaparken bu 30 sınırı nedeniyle bakanlar kurulu üyelerini bile davet edemediği için dünyada haber oldu. Bir başka önemli sorun, yine bu şehirlerarası ulaşım bir yandan serbest filan gibi öte yandan otobüslerde %50 oranında bir yolcu azaltmaya gidilirken uçaklar bunun dışında tutuluyor. Denebilir ki uçaklardaki havalandırma sistemi daha farklı fakat uçaklardaki havalandırma sisteminin farklı olması bu yüksek yeni olgu görülme sıklığı sırasında bizim uçakları ayrı tutmamızı gerektirecek düzeyde değil, en azından bilimsel kanıtlar şimdilik bunu desteklemiyor. Özet yapacak olursam Osman, alınan kararların bu süreci olgu sayısının azalmasına dayalı olarak yönetebilme ihtimali çok yüksek görünmüyor.
OE: Sevgili Kayıhan, özellikle işyerleri konusuna vurgu yaptın çok haklı olarak, özel sektörün kademeli esnek çalışmaya geçmemesi çok büyük sorun. Biliyorsun geçen hafta Birleşik Metal İş Sınıf Araştırmaları Merkezi’nin bir verisi yayınlandı. 16 Mayıs’ta Birleşik Metal İş’in örgütlü olduğu işyerlerinde 100 bin işçi başına 187 var var iken 17-23 Mayıs’ta aynı işyerlerinde 100 binde 237 vakaya çıkıldığı tespit edildi. Yani Türkiye genel olarak bir kısmi kapanmaya gidip vaka sayısını azaltırken, en azından Birleşik Metal İş’in örgütlü olduğu yerlerdeki işçilerde hastalığın arttığına dair bir veriyi açıkladı. Ki bu veri özel sektörün kademeli mesaiye geçmesine, o alanda kontrol önlemlerini arttırmamızın ne kadar önemli olduğuna işaret ediyor. Ayrıca neden açık havalarda konserler, açık havada tiyatro etkinliklerinin tariflenmemiş olmasına çok şaşırıyorum. Açık havalar şu aşamada uygun mekanlar gibi duruyor, ki alışveriş merkezleri açılırken yine müzisyenlere dair herhangi bir adım atılmaması önemli bir sorun. Bir de ilginç bir süreç yaşandı, sinema salonları açıldı ve 24 saatte kapandı. Bu da aslında atılacak adımların önceden tarafların temasıyla yapılmadan, hazırlığının uygun yapılmadan hayata geçirildiğini işaret ediyor. Bir de bilmiyorum ne dersin Kayahan? Ölçüt yok, hani 1 Haziran’da şunu yapacağız, 15 Haziran’da bunu yapacağız, 1 Temmuz’da bunu yapacağız deniyor. Bunun yerine ölçütler koymak, o ölçütler geldiği zaman onlara göre verileri analiz etmek ve iki haftada bir açılım, atılan adımın etkinliğini görmek daha doğru bir yaklaşım olur. Ama biz şimdiden 15 Haziran’da ve hatta 1 Temmuz’da kapalı ortamlarda senin dediğin sayı sınırlaması da olmadan nikahlara izin veren bir pozisyona gitmiş durumdayız. Bir sorun da bu 65 yaş üzerindeki insanların toplu taşıma kullanmalarının yasaklanması. Hani aşı olsalar da olmasalar toplu taşıma yasak 65 yaş üstü nüfusa. Ülkemizin siyasi iktidarı acaba 65 yaş üstündeki herkese bir araba mı hediye etti? Yoksa bu yaştaki insanların kullanacakları ticari taksinin ücretini onlara ödeyecek mi acaba? Bu nedenlerden dolayı mı toplu taşımayı yasakladı? Yoksa çok zengin bir ülke olduğumuzu ve 65 yaşında emekli olan insanların hepsinin özel aracına ulaşabilecek bir ekonomik varsıllığa ulaştığımızı mı zannediyor? Ne dersin Kayıhan?
KP: Önce bu ölçüt konusuna değinmek isterim, çok haklısın, bir kere şunu halen anlamakta çok zorlanıyoruz. Bu kararlar yalnızca İçişleri Bakanlığı’nın bir genelgesiyle açıklanıyor oysa bu sürecin Sağlık Bakanlığı tarafından yönetilmesi beklenirdi. Sağlık Bakanlığı’nın burada nasıl bir rolü var, açıkçası bunu tam olarak görmek mümkün değil. Çünkü bu işi doğru düzgün yapan ülkelerde bir hedef konması gündemde. Yani haftalık ya da iki haftalık Avrupa Birliği 14 günlük bir yeni olgu sıklığına bakıyor ama dünyada 7 günde kabul ediliyor olabilir. Bizim 7 günlük yeni olgu görülme sıklığımızın ne olması gerektiğine ilişkin biliyorsun Sağlık Bakanlığı ilk illere göre bir açıklama yaptığı sırada harita renklendirirken 100 binde bazı rakamlar vermiş ve bunlar da tartışmaya açılmıştı. 100 binde 35’in üstündeyse eğer ciddi bir sıkıntılı sürecin olacağı düşünülmüştü ama daha sonrasında sayılar çok yüksek gelince birdenbire o unutulmuş oldu. Şu anda bizim gerçekten salgını kontrol altına aldığımızı söyleyebilmek için haftalık yeni olgu görülme sıklığının 100 binde 10’un altına indirmemiz lazım ama son hafta itibariyle Türkiye’ye baktığımızda henüz bunun 6 kat kadar üzerindeyiz. Dolayısıyla bu kararları aldıktan sonra alınan kararları izlerken neye göre izleyeceğimiz çok belirli değil. Daha önce hatırlayacaksın bir 5 bin günlük olgu sayısı diye bir hedef konmuştu, onun da bilimsel olarak neye dayanarak konduğuna ilişkin bir tartışma yürütmüştük ama şu anda bir belirsizlik var ölçütlerle ilgili. Bu arada 65 yaşa geçmeden önce bir şey söylemek isterim Osman. Biliyorsun Türkiye’de büyük ölçüde kullanılan Sinovac aşısı DSÖ’den bir acil kullanım onayı aldı, bu çok sevindirici bir haber ancak DSÖ’nden acil kullanım onayı alan aşıların tamamına baktığımızda semptomatik yani bulgu gösteren hastalığa karşı en düşük koruyuculuğu olan bir aşı olarak da dikkat çekiyor. %51 diye açıkladı DSÖ, kendisinin bir aşıya acil kullanım onayı verme sınırı olarak da %50’yi açıklamıştı. Yani Sinovac aşısı hemen sınırda bunu aşabilmiş oldu.
ÖÖ: Ama ağır hastalık ve ölümü engelliyor değil mi?
KP: Şöyle, DSÖ’nün açıklamasına göre hastaneye yatma ve ölümlerde yapılan faz3 çalışmalarına göre %100’e yakın bir koruyuculuğu var, bu çok önemli gerçekten. Ancak bu salgının önlenmesinde yani virüsün bir insandan diğerine geçmesinin önlenmesinde bu aşının etkinliği düşük. Bunu bir kez daha vurgulamamız gerekir. Bunu şuradan da görüyoruz zaten, örneğin Şili dünyada aşılama oranının en yüksek olduğu ülkelerden bir tanesi, Sinovac’la aşılanmış ülkelerden bir tanesi ama özellikle son haftalarda olgu sayılarında bir artışla dikkat çekiyor maalesef Şili. Yani bizim kısa vadede koruyuculuğu yüksek aşılarla ivedi olarak toplumu aşılamamız gerekir ki bir an önce bu salgına karşı güçlü bir yanıt verebilelim. İkinci soru 65 yaşa gelince yani Osman insan ne söyleyeceğini bilemiyor, çünkü 65 yaş üstü yurttaşlarımızın büyük bir bölümü aşılandıklarına göre tekrar bir ayrımcı muameleyle karşılaşmaları kabul edilemez diyeyim. İstersen başka bir şey söylemeye de ihtiyaç duymadığımı da belirteyim.
ÖM: Ben bir de şeyi ilave edeyim izninizle, yani bu kademeli normalleşmeden beklenen Cumhurbaşkanı’nın açıkladığı bu Covid mücadelesiyle alınan yeni düzenleme kararlarında BBC Türkçe’den Burak Abatay’ın ilginç bir haberi var. Çok sayıda müzisyenin de Erdoğan’ın basın toplantısı öncesinde bu açık hava biraz önce sizin de sözünü ettiğiniz açık hava müzik etkinliklerinin serbest bırakılmasını ya da sektöre yönelik kapsamlı bir destek programı açıklamasını bekliyordu. “Hiçbir şey çıkmayınca büyük bir tepki var ve yok sayılıyoruz, kimse bizi görmüyor” demişler. Yani ‘gözünü yumma’ diye bir kampanya başlatacaklarını açıklıyorlar.
OE: Ömer Bey herhalde bu salgın, bu pandemi, aslında bir takım bilimsel olmayan uygulamalar için adeta bir lütuf oldu ve oluyor. Bu yüzden de siyasi iktidar mevcut adımlarını aslında bilimsel salgını baskılamaktan ziyade kendi gerekçesine dayanarak daha totaliter bir hayatı var etmek için ne yazık ki uygulamaya geçiriyor. Yoksa alışveriş merkezleri gibi klimatize ortamların, kapalı büyük alanların açıldığı yerlerde Açıkhava konserleri, Açıkhava tiyatrolarını tanımlamamak ya da gece sokağı yasaklamayı anlamak mümkün değil. Öte yandan bu başlık altında son konu olarak eğitimi de konuşmamız, oraya da vurgu yapmamız lazım. Çok uzun zamandır bu ülkedeki sağlık örgütlerinin hepsi eğitim ortamını açabilecek bir ülke hayatına hızla ulaşmamız gerektiğini ifade ediyordu. Bu çerçevede anaokulu ve ilkokulların hızla açılmasını tarifliyordu. Ancak liselerde de yüz yüze eğitim süreci başladı. Türkiye’nin çok geniş bir ülke olduğunu düşünürsek Gümüşhane’de de aynı eğitim yaklaşımı, Hatay’da aynı eğitim yaklaşımı, iki uçtaki iki ilimizde de aynı eğitim yaklaşımı halk sağlığı açısından uygun mudur Kayıhan? Ne dersin lisedeki yüz yüze eğitim adımına?
KP: Ben uygun olmadığını düşünüyorum. Uzun zamandır biliyorsun Osman bunu dile de getiriyoruz. Çünkü yeni olgu görülme sıklığı gibi parametreler gözetilmeksizin bütün ülkeyi aynı şekilde ele almak eşitsizlikleri de arttıracak bir noktaya doğru götürüyor bizi. Öte yandan eğitim konusunu tartışırken yalnızca öğrencilerin bilgiye ulaşması üzerinden değil, hem akran eğitimi hem de eğiticiyle yüz yüze karşılaşarak bir etkileşim içerisinde olmalarının önemine de vurgu yapmak gerekiyor. Bir zaman biliyorsun illere göre bu olgu sayılarının açıklanmasıyla birlikte yerel kararlar alınabileceği gündeme getirilmişti ama maalesef bunları göremedik. Bunları göremeyince de özellikle yoksul ve yoksun ailelerde yetişen büyüyen çocukların eğitime erişimleriyle ilgili çok ciddi sorunları olduğunu birlikte gözlemlemeye başladık. Burada tabii tartışmamız gereken kavramlardan bir tanesi okulların neden üzerinden çok uzun zaman geçtiği halde eğitim verebilecek duruma getirilmemesi olmalı. Buradan kastım şu, neden örneğin biz öğretmenlerimizin tamamını bugüne kadar aşılamadık? Bugün sabah itibariyle sayın bakanın bir demeci var sağlık bakanının “ayın 7’sinden itibaren bütün öğretmenleri aşılamaya başlayacağız” diyor.
ÖM: Ben de onu soracaktım, niye şimdiye kadar, bugüne kadar bu açıklama için bekledi? Bu tam da sormak istediğim soru buydu zaten benim de.
KP: Yani Ömer Bey bu anlaşılabilecek bir şey değil. Turizm sektöründeki 20 yaşındaki bir delikanlıyı çok önceden aşılayıp eğitim sektöründeki öğretmenlerimizi 7’sinden sonra aşılamaya başlamak doğru bir tercih değil. Burada karar vericilerin eğitimi çok ön plana çıkarmadıklarını üzülerek görüyoruz ama bunun Türkiye’ye faturası önümüzdeki aylarda ve yıllarda bence çok ağır olacak.
OE: Zannederim sergilenen yaklaşım turizm gelirleri gözeten ve önceleyen bir tercih. Benzer bir süreci aslında sağlıkta da gördük. Kısmi kapanmanın gerekçesi hastalığın ve ölümlerin artması değildi. Aksine İngiltere’nin, Fransa’nın, Rusya’nın, Türkiye’ye ait seyahatleri kısıtlaması ve turizm gelirlerinin düşeceğinin paniğine girilmesi kısmi kapanmayı getirdi. Ne yazık ki tercihler sağlıktan ya da eğitimden yana olmuyor, bilakis turizm gelirlerinden yana oluyor. Pandemi politikasını belirleyen eksen hep bu oldu. O yüzden de öğretmenler yerine oteldeki garsonlar daha öncelikli olarak aşıya ulaştı. Bu ülkenin “normal”i böyle ne yazık ki. İsterseniz yavaş yavaş sona gelirken bu normalliğe de değinelim. Gerçekten çok ilginç bir ülkede yaşıyoruz, tüm bu yaşadıklarımız normal mi, yoksa biz mi hakikaten anormaliz? Bunlara dair biz mesafeliyiz, biraz farklı bir yerden bakıyoruz. Düşünsenize Türkiye kaç gündür bir video serisiyle yıkılıyor, hani normal midir bu? Yoksa biz mi sadece bunları çok garipsiyoruz? Yoksa biz mi anormaliz? Belki de Türkiye’nin gerek sağlıkta gerek salgında gerek siyasi hayatındaki normallerine anormal bakmak gerek.
ÖM: Marmara’daki müsilajdaki tavrı konusunda, onu da eklemek lazım herhalde?
OE: Kesinlikle çok haklısınız, Marmara ölüyor, çürüyor bu mudur normal? Eğer bunların hepsi normal ise biz anormalden yana saf tutmakta ve tercihimizi anormalden yana kullanmak istiyoruz. O yüzden de bugünkü şarkıyı Bülent Ortaçgil’in ‘Nedir bu normal?’ şarkısı olarak seçtik.
ÖM: Çok teşekkür ederiz. Düşünmeye ve konuşmaya devam edeceğiz, başka çaremiz yok zaten. Çok teşekkürler.
KP: Görüşmek üzere.
ÖÖ: Görüşmek üzere.
OE: Görüşmek üzere.